29 Temmuz 2010

Küçülen Kıyafetler Büyüyen Adamcıklar


Noyan'ın dolabının önündeyim. Tüm küçülen kıyafetleri yerde. Sürekli ertelediğim ama bu kez kararlı bir şekilde yapmaya oturduğum iş aslında küçülen kıyafetleri ayırmak ve aylardır onları bekleyen kutulara kaldırmak. Bu aslında çok tanıdık bir aktivite olmasına rağmen neden elim geri geri gidiyor acaba? Kahverengi köpekli tulum; üzerinde hala tanıdık, güneşli bir sonbahar akşamüstünün kokusu var, kardan adamlı mavi eşofman; Eren'le geçirdiğimiz ilk kışın akıllarda kalan anneanneli şömine önündeki sohbetini anlatıyor hala ve kırmızı ayakkabılar; hiç giyilmediler belki de, ama dolabın hep baş köşesinde, gözgöze her geldiğimizde bana sırıtan yaramaz çocuk simaları mı var bunların, yoksa bana mı öyle geldi hep?

Bu iş bu kadar zor olmamalı. Hadi Zeynep, bunlar artık çok küçük, hem işteki arkadaşın da sabırsızlıkla bekliyor bu kıyafetleri, tanıdığı genç yaşta hamile kalan kıza götürmek için. Küçücük minicik bu kıyafetlere son bir kere, son bir kere daha bakıyorum. Eren'in küçülenlerini kaldırmak, bakalım ne zaman ve kime giydireceğiz acaba diye bir bayram tadındayken, Noyan'ın küçülenlerini neden bir türlü önümde duran kutulara bir an önce koyup geçmiyorum sanki? Bu drama da nereden çıktı şimdi? Bir avuç küçük çorap bana neden son beş yılın tüm heyecanlarının, korkularının, sevinçlerinin, uykusuzluklarının, yorgunluklarının ve eşi benzeri olmayan duygularının kısa bir özeti gibi gelmeye başladı şimdi birden? Ellerim yavaş yavaş kalbimi dinlemeyi bırakıp, aklımı dinlemeye başlıyor. Kutular yavaş yavaş doluyor. Kenarda küçük bir kutu çarpıyor gözüme, mavi oyuncak kutusu. Elime o kutuyu alıyorum ve bir iki özel şeyi ona koyup bir daha bakmazcasına uzaklaştırıyorum gözlerimi. Diğerlerini hızlıca katlayıp, dolan kutuları sıkı sıkı kapatıyorum. Küçük mavi oyuncak kutusunu sessizce dolapta bir köşeye geri koyup, diğer kutuları koridorda bir an önce arabaya gitmek üzere üst üste diziyorum.

Şimdi Eren'in odasına gidip, geçen gün yeni aldığım kıyafetlerini dolaptaki yerlerine yerleştirmenin tam zamanı; evet, evet, Eren'in yeni ve 4 yaş(!) kıyafetlerine dokunmanın tam zamanı şimdi.

07 Ocak 2010

Bir Akşam, Yemek Saati ve Sonrası


Yemek için hep beraber masadayız. Eren sandalyesine bir oturup bir kalkıyor. Önce oturuyor, sonra yemek aktivitesinin istediği sabrın onda olmadığını farkedip saniyeler içinde "I am done (Bitti)" diyip kalkıp, mutfakta bir tur atıyor ve bir oyuncak kapıyor. Sonra yine oturuyor, "I am done", kalkıyor, hızlı bir tur, bir oyuncak, oturuyor. "Babası" keyifle hazırlanan yemeğin tadını çıkarmaya çalışırken diğer taraftan Eren'i yakın takipte tutup "ye(dir)me" fırsatlarını değerlendiriyor. "Annesi" için ise kimi zaman yemek saatleri bir spor aktivitesi gibi oluyor. Üç adım sola (mutfağa), üç adım geri (ıslak mendile), iki adım sağa (Noyan'a oyuncak vermeye), şimdi aşağıya (Noyan'ın düşen oyuncağını alıp masasına), sonra tekrar üç adım buzdolabına (Eren'in sütü unutulmuş) sonra beş adım mikrodalgaya (süt biraz ılık olmalı)... Noyancık ise bütün olan biteni büyük bir ilgiyle seyrediyor. Arada sesini duyurabilmek için çığlıklar atıp, hepimizi, bu ses bu altı aylık bebeğin neresinden çıkıyor diye bir anlığına susturuyor.

Yemeği sonrasında Eren kurabiyesini istiyor. O sırada tuvaleti geldiğini farkedip hiç atlamadığı cümlesini söyleyip "I am about to pee on myself, I need to go peepee (Çişimi altıma yapmak üzereyim, hemen tuvalete gitmem lazım)" koşa koşa tuvalete gidiyor. Giderken de İngilizce-Türkçe karışık "If (eğer) kurabiyemi saklamazsam, biri yiyebilir annesi" diyip kurabiyeyi kütüphanedeki resmin arkasına saklıyor. Erencim masaya geri geldiğinde Noyan'ı eğlendirmeye başlıyor. Koşa koşa kaşık çekmecesinden yakaladığı plastik spatülü Noyan'ın eline tutuşturuyor "Noyan, bunun kenarları yumuşak sen bununla oynayabilirsin, al". Annesi bu aşamada gayet soğumuş olan yemeğini yerken, Noyancık yerde emekliyor. Kendince geliştirdiği emekleme tekniği ile bizi gayet eğlendiriyor. Sağ eli ve sol dirseği üzerinde karınca gibi bir anda bir köşeden öbür köşeye çok hızlı haraket edebiliyor minik oğlum. En sevdiği köşe olan mutfaktaki kütüphanenin sandalyesinin parlak metal ayakları arasında kayboluyor.

Yemek bitiyor ve Noyancığımla yatmaya çıkıyoruz. Şimdiden altını değiştirmek için koyduğum yerde bile kovalamam gerekiyor minik oğlumu. Pijamalar giyilip, mamasını içiyor. Karnının doymasının ardından keyiflenen, yorgunluğunun ağırlığı ile sakinleşen miniğimin en keyifli "sohbet"i bu saatlerde başlıyor. Son saatlerde duyduğu tüm sesleri minik dudaklarının arasından bebekçe dökülüyor. Annesi, ikinci minik fırtınasının kokusunu içine bolca çekip, yatağına koyuyor ve o güzel seslerle dolu odadan usulca çıkıyor.

Merdivenlerden aşağıda inerken Eren'in odasından başka bir güzel ses, babayla okunan hikayenin sesi, duyuluyor.

20 Ekim 2009

Noyan'in ilk Ispanyolca muhabbeti

Norma ve Noyan...





02 Ekim 2009

"Canım Sensin Noyan"


Erencigim abi sevgisini, bizden sık sık duydugu "canim benim" lerden etkilenerek, kendince iste boyle dile getiriyor; "canım sensin Noyan". Geçirdiğimiz yazı da en iyi bu sözler özetliyor sanırım. Evet, yaşamın hızına yetişemediğimiz bir yazı daha geride bırakıp, güzel bir sonbahara iki cici oğlumla hazırlanıyorum bu günlerde. Eren 3 yaşında ve Noyan 3 aylık oldu bile. Büyük bir heyecanla Noyancığımızın büyüyüşünü izliyoruz. Bu kez, ilkinden farklı bir şekilde, iki kardeşin iletişiminden alınan hazla da tanışıyoruz. Noyan karakterce abisine ne kadar benzeyecek veya farklı olacak gözlemlemeleri de diğer bir heyecan. Acaba doğum tarihlerinde olduğu gibi (Eren, 09.03.06 ve Noyan, 06.30.09) karakterleri de birbirinin "tam tersi" olacak mı bakalım?

Yazımız, Noyan'ın doğumu ve babaanne ile dedenin gelişi ile güzel başlayıp, Eren'in  değimi ile bol "splash"lı geçen güzel Florida tatili ve dayıların ve en önemlisi yeğenimiz Batu'nun ziyareti ile güzel bir kapanış yaptı bu sene. Ayrıca, üstüste, bir anda dolan, sonrasında da misafirlerin ve Anıl'ın aynı anda gitmesi ile bir anda boşalan evimiz ile her türlü dönemim üstünden oğullarımla gelebilecegimizi de ispatladık bu kez!

Bu arada, Erenciğim her gün yeni bir değişi, buluşu, sorusu ile bizi eglendirmeye devam ediyor...

...

"Babası, taksici amca seninle mi yatıyor?" Anıl'ın İtalya ya gidişinin iki gün ardından, babayla telefonla konuşurken çıkıveriyor bu soru babamızı havaalanına götüren taksici için.

Anıl uçacağı günlerden birinde yağmurlu hava durumuna bakıp "Bu havada nasıl inecek bakalım uçak?" dedikten sonra Eren "Neden baba, uçagın üstü açık mı?"

Agnes, Eren'e "Eren, we have 5 minutes before we go to bed" (uykuya gitmek için 5 dakikamiz var). Eren annesine dönüp "Mommy, I want zero minutes" (Anne, ben sıfır dakika istiyorum)

Annenin her sabahki pantalona uyan ayakkabı bulma/anlatma durumunu gözlemledikten sonra olsa gerek, bir gün "Annesi, bugün bu ayakkabılarımı giyeyim, çünkü onlar saatime çok uyuyor"

Eren'le dayının geliş planlarını konuşurken, "Dayısı gelince hep Erenle olacakmış" denince "Gözde ne yapacak, yemek mi?"

Parktaki salıncakta annesine "higher" diyen kızı duyup, "Anne bak bunlar da Turpce konuşuyor"

Tuvalete gidiş yolunda.. "Anne, kaka var gel" dedikten iki saniye sonra tuvalette "Anne, şimdi kötü kokacak sen çık sonra gel, tamam mı?"

Eren'in dogumgunu. Annesi sehpanin uzerinde dizilmis hediyeleri Eren'e gosterir "Erencim bu Noyan'in hediyesi, bu Agnes'in, bu da annenin hediyesi"... Eren dusunceli bir sekilde annesine bakip "Anne, ama benim hediyem nerde?"

Arka planda çalan jazz müziğinden sıkılıp "Danseden bir müzik açsana anne"

...

Hamilelik iznimin son ayina girdim ve Kasim 2 önümde kocaman büyük bir girdap gibi beni bekliyor. İçinden geçip çıktığım yeni dünyayı şu anda kestiremiyorum bile.

13 Haziran 2009

"Yağmurun Evi Nerde?"

Eren yemek masasında birden kafasını gökyüzüne kaldırıyor ve aklına uzun zamandır takılan bir konuyu açarcasına soruyor bu soruyu. Gün içinde karşılaştığımız sonsuz soruların pratikliğiyle anında bir cevap bulmakta zorlanmasak da, bir gülücük daha konuyor yüzümüze tabii ki. İşte oğlumun son sözcük oyunlarından bazıları;

"Annesi o ne?"
"Heykel oğlum"
"Onunla ne yapıyorsun?"

Eren öksürür...
"Anne yemek midemden boğazıma kaçtı"

Kaldırımda bisiklete binerken Eren ansızın durur.
"Oğlum ne oldu?"
"Anne kırmızı yandı"

"Anne kardeşin adı makina olsun"

Tuvaletinin geldiğini farkeden annesi Eren'e..
"Yürü yürü koş tuvalete"
"Anne sen de yürü"

Tuvalette biraz oturup hala beklenen gelmeyince
"Anne biraz daha oturayım istersen"

"Anne yarın haftaya bu restoranta gelelim"

"Anne beni üz-dü-rü-yor-sun ama"

Arabada ev yolunda giderken, birden aklına gelir.
"Anne, dört tane polis arabası görmek istiyorum."

...

Günlerden Salı, gözlerimiz karnımdaki miniğimizin saatinde... Bir sonraki yazıda güzel haberlerle buluşmak dileğiyle.

01 Ocak 2009

ve 2009!


"2009 için şimdiden çok heyecan-lıyım" diyerek Ocak 1'de başladığım bu yazıya bugün geri döndüm sonunda. İki ay sonra sıra ikinci cümle geldi galiba.... Bu hız, blog konusundaki son dönemlerdeki performansımızı açıkca ortaya koyuyor.

Eren biraz önce yattı. Köpüklü banyo, diş fırcası ile vals, banyonun penceresinden ayla vedalaşma-"Goodnight mooooon"-, üç kitap, bir daha şu öbür kitap, sonra şu öbür kitabı tekrar okumak şeklinde başlayan uyku hazırlığı, son anda akla gelen tuvalet, ah bir de "azıcık" süt isteği, sonra bir de anneye "canım benim" sarılması, bir de (yoksa bu beş mi oldu?) kurbağaya "canım benim" sarılması derken sonunda oğlum yatağa gömüldü ve "annesi" koşar adımlarla odanın dışında buldu kendini. Oğlumun bir diğer kurnaz istekle karşıma çıkması an meselesi. Özellikle Anıl'ın seyahatte olduğu bu dönemde, gecenin geri kalanındaki planım TVnin karşısına uzanıp buzdolabındaki Tubis'in doğumgününden kalan (ölümcül çikolatalı) pastanın son parçasını yudumlamak ve "Lost" seyretmek.

Eren nerede ise 2 1/2 yaşında olacak. Oğlumun minik beynini ve kullandığı dili gelişirken görmek bu senenin en güzel heyecanı. Tepkileri, komiklikleri, duygusallığı ile her gün bizim için yeni bir gün. Casper'a veridigi dersler, "cünkü neden.." le başlayan açıklamaları, tanımadığı büyüklere "bak ben bugün dinazorlu tişort giydim"le başlayan laf atışları ile, "süt bitmiş, publik'e (Publix) gidelim" veya kendinle övündüğü anlarda "anne şimdi çok mutlu" diye yanıma sokulması ile oğlum gözlerimizin önünde büyüyor. Okuldaki arkadaşlarını say dendiğinde de "bir, iki, üç... " diye sayıyor canım oğlum.

2009'daki güzel günlerin sabırsızlığı var üstümde; haftaya Cumartesi İstanbul iki haftalık yolculuğu başlıyor. Biriken tüm özlemleri (aile, arkadaş, kebap, Cadde, ah o güzel kalabalık) gidermek, Batu bebekle ilk buluşma, yeğenimle ilk gezimize çıkmak için çok sabırsızlanıyorum.

Ondan sonra da Haziran için büyük bir bekleyiş; ailemizin yeni erkeğinin aramıza katılışı.

Bunlar uzun donemli heyecanlar, ben "Lost"u seyretmeye bir an önce başlayayım en iyisi...

26 Ekim 2008

Sansür

Türkiye mahkeme kararıyla Eren'in bloguna ve blogger.com üzerinden çalışan binlerce bloga artık ulaşamıyor.








Güncelleme: Son haberlere göre blogger siteleri tekrar erişime açıldı. Mahkeme, delil yetersizliği nedeniyle şimdilik kararı iptal etmiş görünüyor. Youtube'un kapatılıp sonra tekrar açılıp sonra tekrar kapatıldığı ülkemizde bu tür kararların nasıl aldındığı dikkate alınırsa, daha sevinmek için erken.